Titrek Bir Mum Alevi
- Aybüke Dikkatli
- 22 Ağu
- 3 dakikada okunur
Nereden başladığını bilmediğim bir karanlığın ortasındayım. Işık saçmak için, yanmam gerekiyor sanırım... Bense ne yanmaya ne de karanlığa dayanabiliyorum. Sözcükler ağzımdan çıkmaya çalışıyor ama şanslarına küssünler! Ağzımı oynatacak halim bile yok. Onlar da diğer sustuklarım gibi parmak uçlarımdan kağıda usul usul akıyorlar. Böylesi onlar için daha iyi. En azından unutulmayacaklar.
Ruhum derin bir güz mevsimine gömülü bir süredir. Nisan yağmuruna hasret, eylüle ise çakılı kalmış. Eylül, sarı, kızıl yaprakların arasına katıp yüreğimi, oradan oraya savuruyor beni. Bir güz yaprağı gibi sadece yalnız ruhların oturduğu bir bankın dibindeyim kimi zaman, kimi zaman sürüklenip sarhoş bedenlerin yıkıldığı kaldırım taşlarında birikiyor hüznüm. Deniz kenarında buluyorum bazen kendimi, dalgaların içinde hayaller ve hakikatler arasında gidip geliyorum. Koca deniz tuz basıyor yüreğimin yarasına yine de iflah olmuyorum. Bir kitabın cümlelerine sığınıp orada dinleniyorum. Hoyrat bir el alıyor beni parmaklarının arasında paramparça dağılıyorum, bir güz yaprağının hazin sonunu yaşıyorum.
Güz! Söylemesi kolay ama yaşaması zor bir mevsim. Yazın o renkli cıvıltısının bir anda soluk yaprak renklerine dönmesi... Hüzün ansızın bastırıyor insanın ruhuna. Gürül gürül yağan yağmurlar, hastalıklar, ayrılıklar ve ölüm... Ah bu güz... Salınıyor tutulduğu göz bebeklerinden birer birer, cam gibi ve soğuk damlalarla. Eylülün dili olsa da konuşsa ! Ağustostan hemen sonra gelip sevilmemeyi anlatsa bize içli içli... Belki bu yüzden ağlıyordur gök? Eylül, içine işliyordur göğün, kim bilir? Derin ve iri damlalı bir sonbahar yağmuru yağıyor yüreğime. Geçtiği her kıvrımı soğutarak ilerliyor. Her damla ilk düşüşü gibi üşütüyor içimi. Her damla bir öncekinden daha da derine iniyor. Ruhumu yağmura teslim etmeye karar veriyorum. Belki o zaman bir papatya olarak can bulabilirim bu katran karası asfaltta. Bir umut işte... Yüreğimden toprak kokusu yükseliyor! İçimde yağmurlar yağıyor derken doğru söylüyordum bak! Etraf hala karanlık, gece saat 4'ü andıran bir sessizlik hakim. Sessizlik, kalabalık insanlar için güzeldir sadece bir de ben gibi kalabalıktaki yalnızlar için. Yalnızlık... Bu uçurum düşüncelere rağmen güzel. İnsanların keskin bir hançer misali sözlerinden daha iyi bu sessizliği hırçınca bozan yağmur. Nasıl olsa hiçbir şey düzelmeye yanaşmayacak, en ufak bir söz yine beni derinden yaralayacak. Evet, kaçıyorum bunlardan. Duyduklarım, gördüklerim, yaşadığım tüm acı şeyler yetti bana. Ruhum, gelmeyecek bir bahara doğru koşuyor. Bir koşu bandı misali bu güz, ne kadar koşsan da kurtulamıyorsun yağmurundan. Ne kadar koşsan da, ıslatıyor işte bu yağmur. Yavaş yürümeli, belki zaman durmaya karar verir? Zaman, ne de büyük bir kavram. Acaba acı ile aynı kökten mi geliyor? Yaraları kapattığını da kim söylemiş ! Zaman acıların ancak üstünü örtebiliyor ama o örtüler bizi ısıtmaya yetmiyor. Zaman, bizim örtüye değil, bir dikişe ihtiyacımız var. Hem de en kanlı en açık yerden, yılların attığı derin kesikleri kavrayacak sıkı bir dikiş! Güz de zaman gibi geçmek, bitmek bilmiyor. Geçen onca kötü şeyi hatırlaman için derin yaralara ince örtüleri layık görüyor. Güz ise soğuk rüzgarıyla savurup atıyor o örtüleri. Yaraları geçtim, bizi kimsesiz ve sığınaksız bırakıyor. Zamanın adına konuşmak gibi olmasın ama... Ben olsam dururdum artık. "Yeter!" derdim, "Bu sessiz çığlıkları sona erdireceğim!". Ah, keşke zaman da benim gibi düşünse! Yüksek dağlara doğru haykırıyorum içimdekileri, onlarsa hesap sorar bir yankıyla bana geri dönüyorlar. Bu satırlar, işte o yankılar. Sokağımın bir yanıp bir sönen sokak lambası, sen ne düşünüyorsun? Az mı derdimi anlattım sana gözlerimle? Sen de az mı akıttın üstünden o yağmurları? Sen bir yanıp bir söne dururken, ben sönmeyi beceremiyorum. Yanmak da sönmek de sana yakışır, mazur gör. Bu geçmek bilmeyen saatler beni yanarak eriyen bir muma çeviriyor. Yağan yağmur, bu ateşi söndürmeye yetmiyor.
Can bulmak için yanmak da gerekiyor, yakmak da. Ben ise sadece tek başıma yanıyorum. Diğer mumlara sıçratmak istemiyorum alevimi. Size dokunmuyorum, diğerleri. Benim alevim bana da yetiyor, yüreğime de hatta ve hatta bu durmayan yağmura bile. "Ben..." diyorum, " zaten olsam olsam titrek bir mum alevi olurum, güneş olmak ne haddime?".



Yorumlar